4 Ocak 2014 Cumartesi

12. Shiraz, Persepolis, Yazd

Esfahan'dan Shiraz'a bir gece otobüsü ile gittim. Uykum öyle piç oldu ki, zaman kazanmak adına bir daha gece otobüsüne binmeyeceğime yemin ettim. 

Shiraz, ülkenin üçüncü en turistik kenti. Doğrusu Shiraz'dan daha etkileyici yerler görmüşlüğüm var, yine de burada 2 gün geçirdim. 







Taksimetre olmadığı için, eğer taksiye binecekseniz, baştan pazarlık etmeniz gerekiyor. Taksicinin önerdiği fiyatın %70'ine falan gidebilirsiniz. Bir de, bazı taksiler dolmuş gibi çalışıyor - yoldan bulduğunu topluyor, bunlarda genelde sabit fiyat, 1000 toman filan. İşte 50 kuruş gibi bir şey yapıyor.  Benzin çok ucuz, ve bu taksi ücretlerine de yansıyor: mesela 3 dolara, bayağı kilometrelerce uzaktaki yerlere gidilebilir. 7-8 dolara, 1.5 saatlik mesafeye götürüp, sizi 2 saat bekleyip, sonra geri getirmesi için bir taksiciyle pazarlık edebilirsiniz.

Taksiciler çok paragöz, bir yandan da naifler. Mesela bir taksici sizden her zamanki ücretin daha fazlasını isteyip, sonra taksiden inerken size telefon numaralarını verip bir sorununuz olduğunda aramanızı tembih edebilir.


İran'ın "Şahin"i, Paykan. 1960'ların teknolojisine sahip bu otomobillerin motorları o kadar verimsiz çalışıyor ki, silindire püskürtülen benzinin yarısı falan yanmadan eksoza doluyor olmalı, çünkü bu yanınızdan geçerken leş gibi benzin kokuyorlar. Hatta bir iddiaya göre İran hükümeti, bu tekerlekli Çernobillerin üretimini bir an önce kesmesi için, üretici firmaya "hava parası" ödemiş.

Eksoz kirliliği, ülkede ciddi bir problem. Her şehirde, havadaki partikül miktarını gösteren elektronik tabelalar var; seviyeler yükselince maskeyle gezmek gerekli.


Alkol satışı yasak olsa da, görünüşe göre İran'lılar pek "kuru" kalmıyorlar. Evinde içki yapanlar gırla gidiyor, karaborsa da parası olan İran'lıları günaha sokuyor. Yasak olan şeylerin yapılması,  bir çeşit başkaldırı. O yüzden içki içmenin siyasi bir anlamı var. Bir sürü insan sarhoşluk anılarını anlatıyor, ya da "ben çok içki içerim!!!" diye sohbete giriyor. Aşağıdaki fotoğrafta görebileceğiniz gibi, alkol ihtiva içmeyen biralar var, lezzet olarak "elma suyu" diye tarif edebilirim.

Burada güzel görünmek ve güzel kokmak önemli. Parfümerilerin önü daima kalabalık.  Hanımların çoğunun burnu estetikli. Sokaklarda her an burnu bandajlar içerisinde biri ile karşılaşabilirsiniz. Estetik yapmaya parası olmayanlar da, durumlarını gizlemek için, bu bandajlardan takıp, burnunu yaptırmış gibi davranırlarmış!

Shiraz, bitpazarı.


 Persepolis'i uzun uzun anlatmayayım, gidip görmek lazım. Burada, kırk yılın başı rehberli tura gireyim dedim ama tur işini pek sevmedim. En iyisi, Persepolis'teki serbest rehberlerden birini ayarlayıp, onunla kenti gezip, sonra da kendiniz istediğiniz kadar gezmek. Yoksa efendim yemek saati efendim dönüş saati diye, adamlara tabii oluyorsunuz.



Patates sanarak  bir kase dolusu bunlardan aldım. Tadı bir değişik geldi. Meğer şalgammış!





Shiraz'dan Yazd'a otobüsle gittim. Çöl yolculuğu uzundu. Büyük kentler arasında modern otobüsler çalışıyor. Bu araçların şerrinden korunmak için, yollarda önlerine çıkmamanız lazım: hasbelkader şeridimizde bizden azıcık yavaş giden bir otomobil olursa, şöför hiç gaz kesmeden kornaya basıyor - ufak otomobil ön camda gittikçe büyüyor. Nihayet otomobilin şöförü dehşet içinde kendini sağ şeride atarken, otobüs hiç istifini bozmadan yoluna devam ediyor. Otobüsler ucuz; en uzun yolculuklara (mesela 12 saat) en fazla 8 dolar ödeniyor. Otobüslerde emniyet kemeri kullanmak mecburi, bazen polis kontrol noktalarında bir memur binip, herkesin kemerini takıp takmadığını kontrol ediyor. Namaz saatinde mola veren otobüslere, Türkiye'den alışığım.

Yazd çöle kurulmuş. Çok büyük bir kent değil. Eski evleri, sokakları ile, rastgele gezilmelik bir yer - Mardin gibi. Çok sevdim.



Şehir merkezine gitmek için, Yazd otogarında bir belediye otobüsüne bindim. "City center" dedim, şöför "gel gel" diye işaret yaptı. Sağolsun para da almadı. Sonra Yazd'ın bir banliyösünde, "city center" diye seslenip beni indiriverdi. Hiç öyle merkezi bir meydan değildi burası. Sonra inşaat halindeki büyük bir binanın (herhalde alışveriş merkezi)
üzerindeki tabelayı görünce, duruma uyandım. 











Çocuklar çat pat İngilizce biliyorlar. Okulda öğrendikleri, ama gerçek hayatta konuşulduğuna pek tanık olmadıkları bu lisanı yabancılar üzerinde denemeyi çok seviyorlar. "Hello how are you?" diye sorduklarında anlaşılır bir yanıt aldıklarında, ağızları kulaklarına varıyor!







Yazd bir çöl kenti. Evlerin bazılarında rüzgar türbinleri var, bu zamazingolar sayesinde sıcak mevsimlerde evin içinde cereyan oluyor.





Yazd'da kaldığım Silk Road Hotel'in bodrum katındaki yurt odası. Kenti gezmekten yorulunca, kendimi otele atıyordum. Burası gezginlerin buluşma yeri gibi - herkes başka başka maceraların peşinde. Mesela motorsikletli Max, dünya turuna çıkmış (https://www.facebook.com/mxrtw?fref=ts), Edson ise bir yandan gezip bir yandan kitap yazıyor (https://www.facebook.com/walkertravels?fref=ts). Sabah, otelin avlusunda omletlerimizi götürürken sohbet ediyor, sonra öğleye doğru herkes bir yere dağılıyor... Akşamları hep birlikte masamıza çöküp, otelin lezzetli deve kebaplarından yiyorduk. Güzel zamanlar...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder