7 Ekim 2013 Pazartesi

5. Amasya Erzincan arası

Hah ne diyorduk, Amasya... Amasya'daki gecemi misafirperver itfaiyecilerin koğuşunda geçirdim. Gece hiç alarm çalmadı, itfaiyeciler hiç şikayetçi değildi tabii bu durumdan! 


 Amasya'da Büyük Ağa Medresesi'ni gezdim; bu eski medrese, bugün de Kuran kursu olarak kullanılıyor. Çocuklarla sohbet etmek istediğim için, 2 kere ziyaret ettim, ama (bence katı disiplinden ötürü) çocuklar ben orada yokmuşum gibi davrandılar. Hepsi de haldır haldır hatim ediyordu.
Büyük Ağa Medresesi

Günler geçtikçe, mataramın bir yosun çorbasına dönüşünü izledim. Temizlik? Daha neler!

Turhal, bir bisiklet kenti.

Turhal'da ziyaret ettiğim Kenan Bey, motoru ile Avrupa turundan yeni gelmiş.
Birbirimize yolculuk hikayelerimizi anlattık!

Tokat civarı yollar ve manzara güzel.

Bu heyvanatın kulakları çok büyük!
 Tokat'a gitmeden önce Ballıca Mağarası'nı gezdim. Başta gidip gitmeme konusunda kararsızdım; iyi ki gitmişim. Muazzam uzun dehlizler, damlayan suyun sesi... En heyecanlısı, elektrikle aydınlatılmamış bir dehlize, kafa lambamla girmek oldu. Burada biraz ilerledikten sonra lambamı söndürdüm, etraf gerçek zifri karanlık oldu. Çok ürkütücü ve güzeldi - dehlizde daha fazla ilerlemeye korktuğumu itiraf edeyim. Sonradan, bu dehlizin, yarasaların korkmaması için karanlık bırakıldığını öğrendim. Mağara ziyaretinden sonra gözleme yedim, oyyy nefisti. Bir tane daha yedim.


Tokat, Amasya kadar turistik değil ama çok iyi zaman geçirdim:
Ahilik haftası dolayısı ile yemek dağıtılıyor.

Kurumaya bırakılan peştemallar.

Bu halis mulis Tokat kebabı. Patlıcanları ve patatesleri hafif sert,
sarımsak ile servis ediliyor, ve yediğim en güzel şeylerden biri.


 Sokaklarda dolaşırken, bisikletçi İsmail Araz ile tanıştık. İsmail, Gürcistan turunu yeni bitirmiş, yeni turların planlarını yapiyordu. Güzel Taş Han'da çay içtik.


Pekala, aşağıdaki fotoğrafın hikayesi şu: bu benim aynı gece kamp kurduğum ikinci nokta. Buradan önce, wild-camping yapiyordum ve bir tarlaya çaktırmadan yerleşmiştim. Saat 10'a doğru uyumaya hazırlanırken, bir traktör tarlaya daldı. Traktördeki üç abi beni gördü, yanıma geldiler, selamlaştıktan sonra dediler ki, "sen burda kalamazsın çünkü biz buraya domuz bombası kuracağı". Domuz bombasının ne olduğunu anlayana kadar, söylediklerine pek aldırış etmedim. Domuz bombası, her 10 dakikada bir kendi kendine patlayan bir çeşit barut düzeneği, ve sesi yüzlerce metreye yayılıyor. Domuz bombasını tam 50 metre öteme kurdular, ve bomba 2 kere patladıktan sonra, o gece orada kalamayacağımı kesin olarak anladım...!

Çaresiz eşyaları topladım, ve gece sürüşüne başladım. Gece bisiklet kullanmak çok zevkliydi, bir anda bütün deneyim değişmişti. Fakat yorgundum, ve kalacak yere ihtiyacım vardı. 1km kadar gittim, ve bir köy yoluna daldım. Aradan 2dk geçmişti ki, ardımdan bir kamyonet yetişti. Kamyoneti durdurdum, içindekilere kamp yerine ihtiyacım olduğunu söyledim. Bir süre düşünüp, onları takip etmemi istediler, gecenin bir yarısı bisikletle kamyoneti takip ettim. Sonunda, kamyonettekilerin  evlerinin bahçesine vardık, aşağıdaki fotoğraf buradan. (Sabah köyün Cem Evi'ni de gezdirdiler)




Yolda beni durdurup derdimi öğrenmeye çalışan bir arkadaş

 Tokat-Niksar yolunda devam ederken, bir süre sonra Niksar, yolun yanından akmaya başladı. Bu fotoğraftan anlayamazsınız, ama suyun kuvvetli akıntısının sesi kulaklarıma geliyor, ve çam kokusu burnumu dolduruyordu. Mutluydum.

Sonra işler karıştı: bisikletin arka lastiği bir akşamüstü patladı. Ne kadar uğraştıysam da tamir olmuyordu. Bu uğursuz gün, çok güzel sonlandı: iyiliksever Kılıç Ailesi beni evlerinde misafir etti.






Su almak için uğradığım bu yakıt istasyonundaki arkadaşlarımız, kaşla göz arasında mataramın yosunlarını temizlediler. Sonsuz teşekkür...



Yol kenarındaki bahçelerinden beni görüp yanlarına çağıran aile, elime 2 kilo elma tutuşturdu.
Hepsini taşıyamayacağıma zor bela ikna edip, 3 elma alarak vedalaştım.


Karayolları ekibi, bir uzun-yolcuya ne ikram edilmesi gerektiğini çok iyi biliyor!

Erzurum'a bağlanan yol, ıssız ve güzeldi. Dağların arasındaki vadide ilerlerken, trafik epey seyrekleşmişti.


Niksar suyunun gücü ile, kilometrelerce uzaktaki köylerde bile sulama yapılabiliyor.
Bu sulama kanallarından birine açılan kapaklarda, suyun akışı...

Ha bu aşağıdaki fotoğrafın hikayesi şu: Suşehri kentine epey yaklaştığım günde, akşamüstü, bir köyden geçerken çocuklar beni fark ettiler. Hemen yanıma gelip, bir sürü soru sordular. Saat de uygun olduğundan, köylerinde kalmaya karar verdim. Hep beraber güzel bir kamp yeri aradık, ve bulduk da. Akşam çocuklar yemek için evlerine dağıldılar - bir süre sonra hepsi tekrar belirdi, her biri evlerinden biraz yemek getirmişti. Güzel bir akşam geçirdik.

Ertesi gün, çocuklar bana yakınlardaki bir kaplıcada banyo yapabileceğimi söylediler. Biraz aradıktan sonra, toprak bir yolun sonunda, bu buzdolabından bozma küveti buldum. Önce tereddüt ettim ama su nefis-sıcaktı, ve ben de çok pistim. Buzdolabına bir kere girdikten sonra, bir daha çıkmak istemedim. Öyle rahatlatıcıydı ki...

Refahiye'nin çarşısı çok canlıydı, ve bu amca bana çay ısmarladı.

Bu arkadaşımız, yol kenarındaki tesisten beni ıslıklarla çağırdı. Biraz sohbet ettikten
sonra, kendisinin, birkaç hafta önce, iki kadın bisikletçiyi de ağırladığını
anlattı. Bunlar bizim Jules ve Li idi tabii ki!


Sakaltutan'dan inerken ilk defa kamyon solladım!

Debug

Erzincan'da artık çok yorulmuştum; öğretmenevi'nde kalmaya ihtiyacım vardı.


Erzincan'da tandır ekmeği, mmmm!!!

Kenger sakızı, epey sert oluyor ve haftalarca çiğneniyormuş. Bir tane denemek istedim,
"sen sevmezsin atarsın" dediler vermediler.

Mollaköy Köyü'nde Cemevi'ni ziyaret ettim, epey sohbet ettik. Akşam yatıya kalmam için ısrar ettiler, ama yaklaşan soğuklar dolayısı ile yola devam etmem gerekiyordu.


(Sinan Koçak) Cemevi'nin kütüphanesinde bak ne buldum!

En kıymetli arkadaşım, sevgili Kindle. Şarjının hastasıyım!

Yağmurlu bir gece sonrası, eşyayı kuruturken

Erzincan şelalesi'nde, hemen kameranın exposure ayarı ile oynayıp klişe fotoğraf çektim!

Erzincan İl Özel İdaresi, köy levhalarını vahşi batı tipinde yapmış.


Burada bir açıklama: Erzincan-Erzurum karayolunda, dağların arasına gizlenmiş Tunceli yolu var. Bu dağ yolunun varlığı yokluğu bir, adeta gizlenmiş gibi. Daha il sınırından girilir girilmez, jandarma kontrolü var, ve dar asfalt yol, sarp dağların arasından gidiyor. Bu yola girmemekte, gerçekten çok zorlandım.



Yolda tanıştığım Adam, babası ile seyahat ediyor, ve onca ekipmanının yanında bir de futbol topu taşıyor. Topa, Cast Away filmindeki gibi, bir surat çizmiş!

Çok şanslıyım, yağmur hep ben çadırdayken yağdı. Çadırın içinde otururken, duyduğum sesler, yukarıdaki gibi.


Erzurum'a doğru giden zorlu rampa.

Erzincan'dan Aşkale'ye giden yol çok güzeldi. Fotoğraflarla anlatması zor; başta kayalık yamaçların arasından  zorlukla tırmanıyordum. Hava kapalıydı, ve yolun doğasına uygun gri renkler hakimdi. Bir süre sonra bitkiler iyice azaldı, Aşkala'nin buz gibi ovasına inerken, rüzgardan göğsüm donuyordu! Aşkale'de bu nefis pideyi mideye indirdim:






Erzurum'dan önceki son kamp akşamında kaldığım köyden, Furkan ve İsmail.


Kamp yeri manzarası

Erzurum Cafer Ağa Camii'nden iki arkadaşımız; sağdaki  o gün hatim olmuş. 

Bu teyzenin süveterinin renklerini çok sevdim, kızı örmüş.

Çifte Minareli Medrese tadilattaydı. Neyse ki resmini asmışlardı duvarına.

Mmmm

Kadayıf dolması

Utasını traş eden bu velede epey güldüm!


Minarenin güzelliği, kapalı havada pek belli olmuyor. Ancak güneş
açınca, ne kadar güzel olduğunu fark edebildim.

İşte, kar felan...

Elleri ısıtırken


Mmmmm2


Yorulmuşum biraz. :)